Bu bilimin en büyük gizemlerinden biri, bir gizem ki çözüldüğünde evrene bakışımızı yeniden değerlendirmemizi zorunlu kılacak.
Dünya'daki yaşam benzersiz mi?
Ya da tüm evrene yayılmış mı?
Eğer yıldızları uzaylılarla paylaşıyorsak, neden onlardan hiçbirşey duymadık?
Ya da gerçekten yalnız mıyız?
Hepsini yaptık, gecenin gökyüzüne baktık, yıldızların uçsuz bucaksız örtüsüne gözümüzü diktik ve neyin veya kimin orada olduğunu merak ettik.
Evrende başka hayatlar da var mı?
Belki de bizimki gibi havanın ve suyun olduğu bir gezegende?
Ya da uzaylı yaşam fomunu destekleyen farklı bir bir gezegen veya ay türünde?
Gençliğimi Mississippi Deltası'nda geçirirken, geceleri ailemle verandada otururdum ve birşeyler hakkında konuşurduk.
Hava bulutluyken heryer çok karanlık olurdu.
Yalnız olduğumuzu düşünürdük ama, bazen insanlar karanlıkta birden görünüverirdi.
Kim geliyor Morgan?
Devon and Travis.
Selam çocuklar!
Evrenimiz bizi yanıltıyor olabilir mi?
Uzayın görünen karanlığından duyarlı yaşam formları çıkıp görünebilir mi?
Kainatta, Dünya'daki her sahilin kum taneciklerinden daha çok yıldız var ve sayılamayacak kadar gezegen var bu yıldızların yörüngesinde.
Yani evrendeki tek canlı olduğumuz düşüncesi biraz kibirlice olurdu.
Bence yalnız olmadığımızı ve diğer dünyalarda yaşamın olduğunu, düşünmek kolay.
Bir bilim kategorisinin tümü uzaylı yaşamını araştırıyor.
Onlara astrobiyolojist deniyor.
Nasa Ames Araştırma Merkezi'nden Lynn Rothschild onlardan birisi.
Çok şanslıyım böyle inanılmaz, büyüleyici bir işe sahip olduğum için çünkü bana göre, hayatın potansiyeli ile büyülenmemek gerçekten imkansız.
Bana göre tuhaf olana, ekstreme, kuraldışı olana bakmak ve bunlardan bazıları burada, Dünya'da lakin bazıları da başka yerlerde olabilir, yani demek istediğim bu gibi şeyler kesinlikle beyninizi patlatıyor.
Uzaylı yaşamı hakkındaki teorileri ilk önce Dünya'daki yaşama bakarak oluşturuyoruz.
Gezegenimiz, milyarlarca yıllık evrimle, benzersiz şekilde çevrelerine uyumlu inanılmaz canlı çeşitliliği ile dolu.
Gördüğümüz normal bir yaşam koşulu sevimlidir ve, normal sıcaklıklar ve benzerleri, lakin bu yaşamın nerede sürdürülebileceğinin sadece küçük bir kısmını gösterir.
Sıvı suya ihtiyacımız var ama, tüm olasılıkları yenerek kaynayan sıcaklıkta ve donma noktasının altında yaşayabilen organizmalar da olabilir.
Çok asidik ve çok bazal olmayan belirli bir çevrede olmalıyız, ama tabi inanılmaz asidik koşullarda yaşayabilen organizmalar da var.
Dünya'daki yaşam ekstrem çevresel faktörlerde sürebiliyor, lakin diğer dünyalarda da yaşam sürebilir mi?
Bu uzaydaki bir gizem... Ve bu araştırmayı daha da zorlaştırıyor çünkü insan ırkı dünyadan zar zor ayrıldı.
İpuçlarını aramak inanılmaz zor.
Şanslıyız ki bazen ipuçları bize geliyor.
1969'da, 220 libre bir göktaşı Avustralya'daki Murchison'a düştü.
Murchison göktaşı uzayda süzülen bir kaya parçasından fazlasıydı.
O uzaylı yaşamına açılan bir kapıydı.
Bu göktaşından bir parça, burada Kaliforniya Bilim Akademisinde tutuluyor.
Sebebi, bunun güneş sistemi kadar eski olmasının bilimciler için heyecan verici olması, ve içerisinde hayatın yapı taşlarını içermesi amino asitler ve diğer kimyasallar gibi, Dünya'daki yaşamı ve vücutlarımızı oluşturmada kullandığımız şeylerin varlığını bulmak.
Yani bu gösteriyor ki bu yapı taşları dünyada yaşam başlamadan önce güneş sistemimizde bulunuyorlardı.
Yaşam, böyle bir göktaşının içerisinde, Dünya'ya gelmiş olabilir, ve bize benzer yaşamlar aynı yolla evrene yayılmış olabilir, göktaşları tohum misali, bereketli gezegenlere, yaşamı oluşturmak için yağmış olabilir.
Peki bu durum E.T'yi avlamamız konusunda ne anlam ifade ediyor?
Eğer yaşamın bildiğimiz ortak elementleri, evrene yayılmışsa o zaman diğer gezegenlerdeki yaşam, Dünya'daki yaşamın benzeri olabilir.
Eğer yeteri kadar bilim-kurgu filmlerine bakarsak, tuhaf ve muhteşem yaratıklar görürüz ama bizim asıl ilgilendiğimiz bu organizmaların nasıl oluştukları.
Ve eğer Dünya'daki yaşama bakarsanız, hepimiz, organik kimya olarak adlandırılan karbon kimyasının bir formu üzerine inşa edildik ve bu aradığımız yaşamın dili olarak görünüyor.
Eğer yıldızların arasına bakarsanız, Dünya'daki ile aynı bileşimi görürsünüz.
İkincil olarak neyden yapıldığımıza bakarsanız, bu, sudur.
Evrenin her yanında su vardır.
Yani biyokimyasal koşullarımızda, heryerdeki yaşam kendi biyokimyasal koşullarında sanırım Dünya'dakine benzer olurdu.
Lakin uzaylı yaşamı, insan yaşamı gibi görünmek zorunda değil.
Yaşam çevresine uyum sağlamak için gelişir.
Öteki gezegenlerdeki yaşamın nasıl göründüğüne etki eden en büyük şeylerden biri, özellikle de bizim gibi büyük yaşamlara yani makroskobik yaşamlara bakıyorsanız, yerçekimidir.
Şu an Dünya'da hepimiz 1 yerçekimi gücünün altında evrimleştik.
Lakin eğer 2y veya 5y gücünde olan bir gezegende evrimleşseydik, buna bağlı olarak daha kalın bacaklara sahip olmamız gerekirdi.
Ağırlığımızı tutmak için daha güçlü uzuvlara sahip olmamız gerekirdi, ve belki de hiçbir ağırlığı tutamadığımızdan zeminin üzerinde sürünür halde olurduk.
Ama tersine, Dünya'dakinden 2 kat daha az yerçekiminin olduğu bir gezegende evrimleşseydik belki de daha uzun ve daha ince olurduk, yani bugünkü gibi olmazdık.
Aslında yerçekimi çok da üzerinde düşündüğümüz şeylerden değildir ama yaşamı gerçekten de şekillendiren şeylerden birisidir.
Eğer uzaylılar varsa, onları bulmak çok zor olacak.
Astrobiyolojistler, suç mahaline yaklaşamayan dedektifler gibi.
Onlar sahip olduğumuz teknoloji ile sınırlandırılmışlar, ki zar zor yakındaki gezegenlere sondalar gönderebiliyoruz.
Bu sondalar bize, duyarlı yaşam alanının şu anda, güneş sisteminde sadece Dünya'da olduğunu gösteriyor, tabi bu oralarda yaşamın olmadığı anlamına da gelmiyor.
NASA bir ya da daha çok komşumuzda birgün basit yaşam formu bulacağı konusunda iyimser.
Mikroplar Mars topraklarında yaşıyor olabilirler veya Venüs'ün bulutlarında süzülüyor olabilirler.
Tuhaf yaratıklar Satürn'ün uydularında buzlu sularda yaşıyor olabilirler.
Eğer Dünya dışında uzaylı mikropları bulabilirsek veya Dünya'daki mikroplar diğer gezegenlerde yaşayabilirlerse bu, yaşamın tüm evrene dağılmış olma olasılığını büyük ölçüde artıracak.
E.T. muhtemelen komşumuz değil lakin kainat hayal edilemeyecek kadar geniş.
O kişi ya da o şey, oralarda bir yerde olabilir.
Dünya'nın çevresine, bilim dedektifleri dünyadışı yaşam için bildiri gönderdi.
Onlar yıldızları dinliyorlar.
Tüm olası sığınakları kontrol altında tutuyorlar...
Bileşik modelleri biraraya getiriyorlar...
Ve geride kalmış olabilen ipuçlarını arıyorlar.
Av başladı.
Ve şimdi inanılmaz gerçeği keşfediyoruz.
Evreni diğer zeki türlerle paylaştığımızın kanıtı yok lakin kanıt olsun olmasın, birçok bilimci onların varlığına inanıyor.
Belki de dünyadışı varlıklar şu an bizi izliyorlar.
Belki de bize bir mesaj gönderdiler.
Ya da belki burada olduğumuz hakkında hiçbir fikirleri yok ve kendi aralarında konuşuyorlar.
Tabi onları dinleyene kadar gerçeği bilemeyeceğiz.
Yarım yüzyıldır SETI projesi, Dünyadışı Varlıkları Araştırma İstihbaratı, tam olarak böyle yapıyor.
SETI uzaylıların iletişimini duyma umuduyla, radyo teleskopları ile gökyüzünü tarıyor.
Onlar E.T.'yi dinlemeye çalışıyorlar lakin telefon numarasını bilmiyorlar.
Yani CIA'nın terörist konuşmalarını yakalaması gibi SETI de orada olanları dinlemeye çalışıyor.
Bu bıktırıcı bir görev.
Yeni başlayanlar için, uzaylı varlıklardan gelen sinyallerle yıldızlardan gelen doğal sinyaller arasındaki farkı nasıl anlayabiliriz?
Dr. Jill Tarter SETI'nin uzaylı avlama şefi.
Eğer evreni dinlemek istiyorsanız, bunun gibi eski bir analog radyoyu alın ve frekansı kanalların arasına ayarlayın.
Tıslamayı duyuyor musunuz?
Bu sesin yüzde 10'u esasen evrenden geliyor.
Bu Samanyolu'ndan gelen senkrotron radyasyonu.
SETI yaklaşık 50 yıldır kozmik radyo kadranlarını tarıyor.
Çoğu günler orası sessizdir lakin birkeresinde çok heyecan verici birşey oldu.
1977'de, bir SETI astronomu Yay takımyıldızından bir sinyal aldı.
Bu 72 saniye sürdü.
Tüm süreç boyunca radyo teleskobu buna kilitlendi.
Bilgi geçince, bilimadamı, sinyali daire içine aldı ve ''wow!'' yazdı.
Sinyal, bir uzaylı medeniyetinden geldiğini düşündüğümüz bir tür titreşim gibi görünüyordu.
''Wow!'' sinyali tek seferlik bir olaydı.
Astronomlar uzayın bu kısmına tekrar döndüler sinyal aradılar, cevap beklediler lakin hep hayalkırıklığı geldi.
Bugün hala ne olduğu ile ilgili bir açıklama yok.
1997'de, ''wow!'' sinyalinden 20 yıl sonra SETI uzaydan gelen başka bir sinyal yakaladı ve Jill Tarter buna tanıklık etti.
Sabahın 6'sında Batı Virginya'daki gözlem evinde, Tarter ve arkadaşları Balina takımyıldızından gelen gizemli bir ses duydular.
Sinyal, biz 140-foot teleskobu kullanırken yeşil banka ulusal radyo astronomi gözlemevindeyken bir sabah erken göründü.
aslında o zaman teleskoptaydım.
Bir sinyal yakaladık ve bu açıkça üretilmiş bir sinyaldi.
Radyo kadranındaki tek bir tondan ibaret değildi.
Aynı miktarda frekansla, dağılmış ve dar, birçok farklı sinyalden oluşmuş gibiydi.
Tabiat Ana bunu yapmıyordu.
Yıllarca dinledikten sonra, yıllarca süren sessizlikten sonra Tarter ''acaba o bu mu?'' diye düşündü.
İnanılmaz heyecanlıydım ve Batı Virginya'da saat 8'de gözlem sıramı bitirip uçakla eve gelmeyi planlamıştım.
Sabah 6'da bu olunca tabii ki sinyali bırakıp da hiçbir uçağa binmeyecektim.
Tarter sinyali doğrulamak için bir test dizisi başlattı ve aynı zamanda bunun doğal mı, yoksa insan veya uzaylı yapımı olup olmadığını bulmak için.
Teleskobu o yıldızdan çektik ve sinyal kayboldu.
Tekrar o yıldıza çevirdiğimizde geri geldi.
Bu sinyali diğer gözlemlerimiz de görmüş müdür diye merak ettim.
Çıktılara baktığımda çok heyecanlıydım ama aradığım şeyi göremedim.
Bu frekans aralığında bu sinyali yakalamıştık.
Sinyalin baktığımız yerden değil ama diğer taraftaki loblardan geldiği ortaya çıktı.
Tarter ve arkadaşları hata yapmışlardı.
Yakaladıkları sinyal uzaylılardan değildi.
Sinyal, SOHO adında insan yapımı güneşin yörüngesinde dönen bir sondadan geliyordu.
SETI şunu öğrendi ki evrenle iletişim kurmak daha iyi bir teknoloji gerektiriyor.
Ve şimdi bunu alıyorlar.
Kuzey Kaliforniya'da, SETI E.T.'yi dinlemek için yüzlerce yeni cihaz oluşturuyor.
Burada Kuzey Kaliforniya'da Hat Creek Radyo Gözlemevi'ndeyiz.
Şu an elimizde olan Allen teleskop dizileri, bir radyo teleskobu inşa etmede yenilikçi bir biçim, ufak parçalardan oluşan büyük bir teleskop.
Bu sayıda küçük teleskopları biraraya getirmekle A.T.A. astronomlara ayın tamamının 10 katı bir alanın radyal resmini inceleme olanağı veriyor.
Bugün için bunlardan, 20 feet genişliğinde 42 tanesine sahibiz ve bunlardan 350 tane olana kadar bunu geliştirmeyi düşünüyoruz.
Sonunda bu doğru alet olabilir.
A.T.A. SETI'ye kozmik radyo kadranında birçok kanal gözlemleme olanağı veriyor.
Bu teknoloji sayesinde aynı anda yüzlerce, milyonlarca kanalı gözlemleyebiliyoruz, ve milyarlarca kanalı aynı anda gözlemleyebilmek için sabırsızlıkla bekliyorum.
Yani teknoloji sonunda birşeyleri yakalayabilmek için, yeteri kadar büyük olabilecek skalada arama yapmaya olanak tanıyacak.
SETI bilimcileri 50 yıldır yıldızları dinliyorlar lakin henüz dünyadışı varlıklara dair bir iz yok.
Geriye kalan büyük sessizlik.
Belki de bu şaşırtıcı birşey değil.
SETI gerçekten de orada iğne olduğunun bir garantisi olmadan samanlıkta iğne arıyor.
Profesör Paul Davies SETI'ye bağlı bir fizikçi.
Ama o gruba aykırı bir düşünceye sahip.
SETI'nin genel yaklaşımı, kasten Dünya'ya yayın yapan uzaylı medeniyetlerden bir mesaj alma umuduyla gökyüzünü radyo teleskoplarıyla taramak.
Bunun inandırıcı olduğunu düşünmüyorum nedeni şu.
SETI'nin yaptığı işin en büyük problemi bu şeylerin uçsuz bucaksız bir skalada olması.
Evren gerçekten, gerçekten büyük.
İnsan standartlarına göre muazzam büyük.
Çölden en ufak bir kum tanesini aldığımızı ve bunun bizim güneş sistemimizin Pluton'un uydusuna kadar ki büyüklüğünü gösterdiğini hayal edin ve sonra sorun ''galaksimiz ne kadar büyük?''.
Samanyolu'nun en uzak tarafına varmamız için ne kadar gitmemiz gerekirdi?
Cevap buradaki uzaklıkta Ve eğer şunu sorarsanız ''gözlemlenebilir evrenin en ucuna gitmek için ne kadar uzağa gitmek zorundasın?
Şöyle ki, Mars'ın uydusuna kadar gitmek zorundasınız.
Bu sıklıkla söylenir 80 yıldır radyo ve televizyon sinmyallerimiz uzaya yayın yaptığından uzaylılar bizi farketmiş ve bize mesaj göndermiş olabilirler.
Lakin bu tartışmada temel bir fizik kuralı gözden kaçırılıyor.
Bu konu hakkında düşünmenin diğer yolu saniyede 186.000 mil olan ışığın hızının koşullarını dikkate almak.
Galaksimizi geçmek ışığın 100.000
yılını alıyor, evreni geçmek ise 13.7 milyar yılını alıyor.
Bizim uzaya sızan ilk radyo sinyalimiz yaklaşık 100 yıl önce ve ancak o kadar uzaklığa gitmiştir.
1.000 ışık yılı uzaklıkta bir medeniyet olduğunu umalım ki bu bile SETI'nin iyimser standartlarına göre çok yakın.
Yani onlar bugünkü Dünya'yı görmezler.
1.000 yıl öncesini görürler.
O zamanlar burada radyo teleskopları yoktu yani bizim yayın yaptığımızı bilene kadar bize mesaj göndermeye başlamaları anlamsız olurdu.
Ve onlar, bizim ilk radyo mesajımız onlara ulaşmadan önce, ki bu da, 900 yıl alacak, bizim yayın yaptığımızı bilemeyecekler.
Yıldızlardan gelen sinyalleri dinlemek çok zor bir iş.
Peki dünyadışı varlıkların izini sürmenin daha iyi bir yolunu nasıl buluruz?
SETI monitörlerinin kozmik dinlemeleri kadar başka bir grup bilim dedektifi radikal bir yolu izliyorlar...
Bizi E.T.'nin kapısına götürebilecek bir yol.
Yıldızlardan gelen sinyalleri dinlemenin, evrendeki zeki yaşamları araştırmanın bir yolu.
E.T.'nin nerede yaşadığını öğrenebileceğimiz başka yollar da var.
Astronom Geoff Marcy, uzaylı yaşamına olanak verebilecek gezegenleri bulmak için gökyüzünü araştırıyor.
Yıllar boyu insanlar onun deli olduğunu düşündü.
Diğer bilimcilere yıldızların etrafındaki gezegenleri araştırdığımı söylediğimde yere bakıp benim için utanıyorlardı.
Perileri araştırmakla veya piramitlerde uzaylı medeniyeti bulmaya çalışmakla daha iyi yapabilirdiniz.
İnanması zor ama güneş sistemi dışında diğer yerlerde gezegenlerin olduğuna dair bir kanıt yoktu.
Ne Dünya'daki teleskoplar ne de uzaydaki uydular yıldızlardan küçük şeyleri seçecek kadar güçlü değillerdi.
Sebebi basit.
Gezegenler parıldamazlar.
Yıldızlardan aldıkları ışığı çok fazla yansıtmazlar.
Onlar evrenin etrafında dolaşan tozdaki karanlık beneklerdir ve insanlar onları muhtemelen keşfedemeyeceğinizi anlayabilirler.
Marcy bunu kabul etmeyi reddetti.
Profesyonel alayı göze alarak, uzak dünyaları belirlemenin bir yolunu bulmakta kararlıydı.
Nihayetinde bir tane buldu.
Gezegenler bizim gözümüzden kaçabilirler, ama astreonomların ev sahibi olarak adlandırdıkları yörüngesinde döndükleri yıldızlardan saklanamazlar.
Gezegenleri bulmak esasen çok basit.
Ev sahibi yıldızı izleriz ki şu anda başım onu temsil ediyor gezegeni de tenis topu temsil ediyor gezegen yıldızın yörüngesinde döner ve yıldıza çekim kuvveti uygular.
O bunu yaparken yıldız, yani başım, yalpalanır gezegen tarafından çekildiği için ve Dünya'da da teleskoplarımız gezegenin, yörüngesinde döndüğü yıldızı yalpalamasını gözlemleyebilir.
Gezegeni göremeseniz bile yıldızın yalpalanmasını görebilirsiniz.
Direkt görmek zor lakin biz yıldızların ışıklarında Doppler Etkisini kullanıyoruz.
Yıldız size yaklaşırken Dünya'ya doğru gelen yaydığı ışık dalgaları sıkışır ve yıldız sizden uzaklaştıkçaDünya'ya doğru gelen ışık dalgaları gerilir.
Yani insan gözünün renk değişimi olarak gördüğü, ışık dalgalarının gerilip-sıkışmasını gerilip-sıkışmasını görebilirsiniz.
Renklerin kırmızıdan mavileştiğini maviden kırmızılaştığını görürüz ve bunu teleskobun arka ucunda ölçebiliriz.
Bu etki daha çok ses ile, Doppler Etkisi olarak biliniyor. Yanınızdan geçen trenin sesinin değişimini duyabilirsiniz. Gözleriniz kapalı olsa bile trenin geldiğini veya gittiğini söyleyebilirsiniz, ki yıldızlardan gelen ışık dalgaları da aynı şekilde.
Yıldızın gelip veya gittiğini ışık dalgalarının değişimine göre söyleyebilirsiniz.
Yaklaşık 10 yıldır, gezegen avlamada kullanılan Doppler Etkisi metodu herhangi pozitif bir sonuca sahip olmayan bir deneydi.
Marcy henüz güneş sistemimizin dışında da gezegenlerin olduğunu kanıtlayamamıştı.
Ama birkaç astronomun onun düşünme şekliyle düşünmesiyle yavaşça kazandı.
Artık bu araştırmadaki tek dedektif o değildi.
1995'te onun sabrı ödüllendirildi.
Bir grup İsviçreli astronom gözlerini 51 Pegasi b olarak adlandırılan Pegasus takımyıldızındaki parlak bir objeye dikti.
Grup, herkesin aradığı, güneş sistemimizin dışında Dünya'dan görülebilen büyük bir gezegen bulduklarından kuşkulandı.
Ama doğrulamaya ihtiyaçları vardı.
Şanslı olarak öğrencim Paul Butler ve ben Lick Gözlemevi'nin 3m teleskobunu ard arda 4 gün için 1 hafta sonra devralmıştık ve bu gezegenin beklenen periyodik, yörüngeye dönüşü de 4 gündü.
Mükemmel eşleşme.
Tüm 4 gün teleskoba gittik ve gökyüzü temizdi.
51 Peg'in Doppler Etkisini ölçtük ve İsviçreliler'in yüzde yüz doğru olduklarına ikna olarak dağlara doğru sürüş yaptık.
Harika bir andı ve 1995'in Ekim ayında Dünya'nın yalnız olmadığı görüşü dünyaya tanıtıldı.
51 Pegasi b'nin keşfedilişi tüm herşeyi değiştirdi.
Gezegen keşfinde kullanılan Doppler Etkisi başarılı olarak kanıtlanmış oldu ve yakın zamanda Marcy ve arkadaşları daha çok gezegen buldular.
Yavaş yavaş 450 gezegen bulundu. Görünüşe göre milyarlarca vardı. Lakin Marcy'nin hedefi değişmedi.
O, Dünya gibi, yıldızlarının etrafında dönen yaşanabilir dünyalar bulmak istiyordu, rahat yerler, çok sıcak ve çok soğuk olmayan yerler.
Çeşitli yaşam formlarını destekleme olasılığı olabilen dünyaları arıyordu.
Bu yaşanabilir bölgelerdeki gezegenlerde yaşamın anahtar içerikleri olabilir.
Eğer Dünyada'ki herhangi bir organizmayı alırsanız.
ve suyu da alırsanız sonunda biraz toz amino asit, protein nükleik asit ve vb. şeyleri yani bu tip şeyleri elde edersiniz.
Ama toz formunda işe yaramazlar.
Hayatı oluşturan kimyayı elde etmezsiniz.
Bir çeşit sıvıya ihtiyacınız var, bir tür çözücü, tüm bu kimyasalları çözmek için. Dünyada çözücü olarak su kullanılır, sıvı haldeki su, yani ilk adım olarak başka gezegenlerde arayacağımız şey, sıvı haldeki su varlığıdır.
Lakin yaşanabilir gezegenler bulmak kolay değil.
Dünya gibi gezegenler küçüktür ve bağlı oldukları yıldızlar milyarlarca kez daha fazla ışıldar yani onları görmek zordur.
Yıldızların yalpalanmasına bakmak da kolay değildir.
Küçük bir gezegen düşünün.
Başım yıldızı gösteriyor, bu küçük gezegen yıldızın etrafında dönerken, küçük bir kütleye sahip olduğu için başımda, yani yıldızda küçük çekimsel kuvvet uygular dolayısıyla, Dünya çapındaki bir gezegeni bulmak çok zordur.
Marcy pozisyonunu değiştirmeden mesleğinin zirvesine çıkıyordu. O zorluklar karşısında geri adım atmıyordu.
O, evrenin bir bölümünü bir seferde taramaya devam etmeyi, güneşe benzer yıldızları aramayı ve sürekli gelişen teknolojimizin meyvelerinin tadını çıkarmayı planlıyor.
İşte burdayız, Eski Yunanların ve şüphesiz onlardan önce de insanların sormuş oldukları sorunun cevabı hususunda.
Bu insan tarihinde çok değerli bir an, çünkü insanların antik çağlardan beri sormuş oldukları bu filozofik soruya cevap verecek bilgiye ışık dedektörlerine, bilgisayarlara, teleskoplara sahibiz.
Bu soruya cevap: ''evrende yalnız mıyız?''
Umduğumuzdan daha kısa bir zamanda bulabiliriz.
Çünkü ilk kez, Dünya'ya bağlı olmayan, göklerde süzülen gizli bir dedektife sahibiz.
Uzaydaki özel bir ajan özellikle E.T.'nin izini sürmek üzere dizayn edildi.
Bu onun doğasında var.
Gençken, diğer dünyalarda yaşamın olma ihtimaline ufkumu açan birçok bilim-kurgu okudum.
Yakın zamana kadar biz insanlar sadece tahmin yürütebiliyorduk.
Lakin bugün bilimsel bir rönesansı yaşıyoruz.
Dünyadışı varlıkların keşfine olanak tanıyacak, teknolojinin altın çağını yaşıyoruz.
Gelişmiş teknolojik cihazlar sağolsun, uzaylı yaşamının gizemini çözmenin eşiğinde olabiliriz.
Örneğin, yakın zaman kadar E.T.'nin izini arayan araştırmacılar onu Dünya'da aramak orundaydılar.
Ama nihayet artık uzayda da bir dedektifimiz var.
Fırlatılıyor.
Mart 6, 2009'da NASA Kepler Uzay Teleskobunu fırlattı. Kepler sadece güneş sistemi dışındaki gezegenleri keşfetmeye adanmış ilk uyduydu.
Beklenen şu ki Kepler sadece gezegen bulmakla kalmayacak kabaca Dünya boyunda ve Dünya atmosferine benzer gezegenleri de keşfedecek.
Yaşamı destekleyecek türden gezegenleri..
William Borucki Kepler görevinin ana araştırmacılarından biri.
Bunu 25 yıldır planlıyordu.
Çocukluğumdan beri uzay araştırmalarına ilgiliydim.
Göktaşı yağmurunda garajın üzerinde yatardık ve kameralarla onların resimlerini çekerdik. Yani NASA ile çalışmakla rüyalarım gerçek oldu ve esasen uzayda ne olabileceğini anlamamıza yardım edebilecek bir göreve gelebilmekle de.
Kepler'in güzelliği basitliğinde.
O gezegenlere, yıldızlarının önünden geçerken ne kadar miktarda ışığı bloke ettiklerini ölçerek bakıyor.
Buna transit deniyor.
Güneş veya ay tutulması esnasında güneş ışığının ay veya Dünya'nın gölgesi tarafından bloke edilmesi sırasında oluşan örnekle benzer.
Bu çıplak gözle görmesi kolay birşey.
Ama Dünya benzeri bir gezegenin kendi yıldızının önünden geçişini bulmak biraz daha zor.
Dünya boyutunda bir geçiş, gerçekten çok, çok küçük.
Yani bu biraz şey gibi, çok uzaktan bir pirenin arabanın farının önünden geçişini izlemek gibi.
Bulursunuz, ölçersiniz ve kesin olarak ölçersiniz.
Kepler ışıktaki bu ufak değişiklikleri ölçüyor.
Aydınlık ve karanlık arasındaki minicik farklılıklar gezegenin nerede olduğunu söylüyor.
Yani sabit ışıkta gördüğünüz eğim gezegenin gidip tekrar gelmesidir.
Yani gezegen geçtikçe herbir yıldız için eğimine bakıyorsunuz, büyük gezegenler daha fazla ışığı bloke ettiklerinden daha büyük bir eğime neden oluyorlar.
Böylece gezegenin boyutunu eğiminin boyutuna bakarak söyleyebilirsiniz.
Lakin bir yıldızı tek seferde gözlemlemek pratik değil.
Borucki birçok yıldıza aynı anda bakmanın bir yolunu bulmak zorundaydı, yani bazılarının dediğine göre eşi görülmemiş imkansız bir hedef.
100.000 yıldızın aynı anda parlaklıklarını ölçebilecek olduğumuzu göstermeliydik.
Şüphecilikle karşılandı ve bilim komitesi esasen ''bu yapılamaz'' makaleleri yayınlandı.
Ve bunun yapılabileceğini göstermemiz oldukça uzun bir süre aldı.
Tüm bu yıldızları aynı anda ölçecek çok yüksek pikselli teleskobunuza geniş bir alan yaratabilirsiniz ve sonra gezegenin neyle kesiştiğini görmek için her yıldızı izleyebilirsiniz.
Kepler bunu inanılmaz bir kesinlikte yapıyor.
Temel olarak, uzayda bulunan muazzam bir kamera bu.
Dünya'nın değil güneşin yörüngesinde dönüyor.
Yani Kuğu ve Şilyak takımyıldızları arasındaki bir grup yıldıza bakabilir, aynı anda 150.000 yıldıza birden, ve herbirini 6 saniyede bir ölçebilir.
Kepler bir gezegeni keşfetti mi, gezegenin döngüsel boyutunu hesaplayabilir aynı zamanda yüzey sıcaklığını ve kütlesini de.
Kepler bilim çalışma grubunun bir üyesi olarak, Geoff Marcy Kepler'in diğer gezegenlerdeki yaşamı bulma yolundaki en büyük adım olduğuna inanıyor.
Bence önümüzdeki birkaç yılda Dünya kütlesinde, Dünya boyutunda ilk gezegenleri bulacağız ve hatta belki de Dünya sıcaklığında, yaşanabilir kılabileceğimiz gezegenler bulacağız.
Ve bence önümüzdeki 10 veya 20 yıldaki en büyük hedeflerden birisinin, diğer dünyaların resimlerini çekebileceğimiz, dünyadışı gezegen bulan yerler inşa etmek olduğunu söylemek gayet makul, o gezegenlerde yaşanabilirlik ihtimalinin olup olmadığını ve gerçekten yaşamın olup olmadığını anlamanın da makul bir söylem olduğunu söyleyebiliriz.
Eğer varsa, muhtemelen orada birçok yaşam da vardır.
Eğer tersi gerçekleşirse, hiç bulamaz isek bu hiçbirzaman ''Uzay Yolu'' olmaacağı anlamına gelir.
Gidecek başka yer yok. Daha iyi teknoloji, bizi diğer dünyaları bulmaya daha da yaklaştırıyor.
Örneğin sensörlerimizin ince bir şekilde ayarlanmasıyla gezegenlerin yüzeyinden yansıyan ışığı tespit edebiliriz.
Bu, gezegenin atmosferinin kimyasal kompozisyonunu belirlememize olanak verir.
Yani atmosferi analiz edebiliriz uzaylı medeniyetlerin eşsiz çevresel izlerine bakmaya başlayabiliriz.
Tüm teknoloji formları çevresinde ayak izleri bırakır.
Örneğin uzaklardan Dünya'ya bakarsanız küresel ısınmayı görürsünüz.
Bu bizim ayak izimiz.
Engin zaman periyodunda varolan bir medeniyet düşünebiliriz ki daha büyük ayak izleri bırakmışlardır, belki de sadece gezegenlerinde değil tüm astronomik çevrelerinde izler bırakmışlardır.
Yani uzaydaki her anormal şeye bakmalıyız, doğal olarak izahı olmayan herşeye.
Hergün yeni gezegenler buluyoruz lakin şimdiye kadar hiçbir uzaylı ortaya çıkmadı.
Ya yanlış şeyler için yanlış yerlere bakıyorsak? Ya gerçek uzaylılar hayallerimizdeki gibi yaratıklar değilse?
Dünya'ya benzer gezegenler, Dünya'ya benzer yaşamlar belki de uzaylı medeniyetleri arıyoruz.
Peki ya Dünya gibi değillerse?
Ya uzaylılar vücutlara ihtiyaç duymuyorlarsa?
Bildiğimiz gibi bir yaşamı aramak hata olabilir çünkü bildiğimiz yaşam geçmişin yapay hali olacak.
Bence güneş dışı gezegenlerde mikrobiyal yaşamı keşfetmemiz tamamen mümkün.
Lakin insanların gerçekten istedikleri ''uzaylılar''.
Konuşabileceğimiz, bireysel düşünce olarak ilişki kurabileceğimiz birilerini istiyorlar.
Will Wright iki devrimsel video oyununun yaratıcısı.
"The Sims" ve "Spore."
Wright uzaylı yaşamını yaratan bir yazılım dizayn ediyor, evrende karşılaşılabilinecek sayısız durumlara benzersiz şekilde uyum sağlayan yaratıkları yani.
Tabii ki tüm bunlar bu bilgisayarda simule edildiler.
Wright Dünya'daki yaşamın radikal olarak değiştiğine inanıyor.
Yaşamın yeni hali, yarı insan, yarı makine şeklinde biçimleniyor.
Bugün kullandığımız teknolojilere bakarak insan vücudunun uzantılarını görebilirsiniz.
Binalar cildimizin uzantıları.
Arabalar ayaklarımızın uzantıları.
Telefon ağzımızın uzantısı.
İnsanlar binyıllardır teknoloji ile iç içe olmuşlardır o yüzden bu iki parçayı birbirinden ayırmak çok zor ve zaman içerisinde görünüşe göre bu durum artıyor ve hızlanıyor.
Bazıları sonunda vücutlarımızdan tamamiyle kurtulabileceğimize ve dev bilgisayarlarda yaşayan saf bilinçli yaratıklara dönüşebileceğimize inanıyor.
Eğer bu insan ırkına yavaş yavaş oluyorsa dışarıdaki yıldızlarda da zaten olmuş mudur?
Dışarıdaki gelişmiş uzaylılarla muhtemelen tanışırsak, onların bir anlamda transbiyolojik hale gelmiş olabileceklerini düşünürdüm.
Tamamen mekanik bir medeniyet olabilirler.
Fizikçi Paul Davies buna katılıyor.
Benim bakış açıma göre, biyolojik zeka, evrendeki zeka evriminde sadece geçici bir aşama.
Yani milyonlarca yıl sonra, gezegenin tüm yüzeyine yayılmış olabilen birşeyle ilişki kurabilirsiniz.
Bu yaşayan bir organizma olmazdı ama devasa, nabzı atan bir mega beyin türünde birşey olurdu.
Bu süper-uzaylıların, her ne iseler, bize şu an mesaj göndermeleri olası lakin onları belirleyecek gelişmişlikte değiliz. Belki de bu en iyisidir.
Bu uzaylı zekaları tamamen farklı niyetlerde olabilir, ve bu yüzden belki de bulundukları yerden yayın yapmıyor olabilirler.
Belki de düşman evrendir.
Birçok bilim-kurgu senaryosu var biri yolun aşağısındaki ormanın derinliklerine çağırır ve giden kişi de kurtlar tarafından yenir.
Oradaki zerkaların herkesle konuşmaya çalışması birisinin yenmesini istediklerinden olabilir.
Herkesin sessiz olması bu yüzden olabilir.
Belki uzaylılar arkadaşça değildir.
Öte yandan, bizim iletişim kurulmaya değmediğimizi bile düşünüyor olabilirler.
Özellikle de antik megabeyin iseler.
Milyonlarca yılın dizaynı olan süperzeka ürünlerin, evrenin etrafında gezinmeye ilgi duyabileceklerini düşünmüyorum.
Çok uzun zaman önce uydular göndermiş ve ihtiyaçları olan bilgiyi topluyor olabilirler.
Bence bu biraz şey gibi, uzun zaman periyodunda ve muazzam entelektüel güce sahip birşeyin, doğrudan çevrelemeye ilgisini kaybetmesi ve siberuzaydan çekilmesi gibi birşey.
Birisinin elektrik faturasını ödemesi gibi megabeyini asteroit darbelerinden ve diğer tehlikelerden koruması ki bunun çok pratik olduğunu düşünmüyorum.
Daha da kasvetli bir ihtimal daha var.
Ya evrende zeki yaşam varsa ama şimdi yok olmuşsa?
SETI 50 yıldır çalışıyor ve tüm astronomların bize gösterdikleri şey sadece ''sessizlik''.
Ürkütücü bir sessizlik olduğunu söyleyebilirim çünkü birçok insan oralarda zeki yaşamın olması gerektiğini düşünüyor, başka medeniyetler olmalı, ve eğer varsalar da uğursuzca sessizler.
Belki de uğursuzca sessiz olmalarının nedeni hepsinin ölmüş olmasıdır.
Kendi kendilerini yok etmiş olabilirler veya başlarına çok kötü birşey gelmiş olabilir.
Eğer tümden bir sessizlik varsa bu insanlık için, gelecek için pek hayra alamet birşey değil.
Tüm bunlar başladığımız yere, o basit soruya döndürüyor bizi.
Evrende başka yaşamlar var mı?
Kesinlikle.
Evrende başka yaşam formları olmalı, ve hatta şunu söyleyeceğim ki evrenin başka yerlerinde zeki teknolojik yaşamlar olmalı.
Görebildiğiniz tüm yıldızları sayarsanız ki bu milyarlarca, trilyonlarca Dünya gibi gezegen eder, ve bu inanılmaz bir sayıda zar atışıdır.
Yaşam şansı milyonda bir, milyarda bir bile olsa, ortada yalnız olabilmemiz için, evrene atılmış çok çok fazla biyolojik zar var.
Zeki yaşama olanak verecek, Dünya'nın ötesinde herhangi bir yaşamın kanıtı yok.
Bu yüzden hislerim bekleyip görmemizi söylüyor.
Birkaç kanıt alana kadar bu konuda şüpheci olmak zorundayım.
Bu ne baba?
Ne bu gürültü?
Hayır cevabını anlamsız buluyorum.
Eğer cevap hayırsa, bu sahip olunacak müthiş bir bilgi olurdu.
Demek istediğim ne kadar nadir olduğumuz anlamak, anlayabileceğimiz zeki yaşamların bizden çok çok uzakta olması, bize inanılmaz bir sorumluluk yükler.
Tüm dünya, insanlar, zekayla yönetilmek inanılmaz değerli olurdu.
E.T.'yi arayışımız yarım yüzyıldır sürüyor.
Lakin evren gerçekten çok büyük bir yer ve onun gizemlerini çözmeye yeni başladık.
Eğer bir bardağı okyanusa daldırıp bakarsanız ve hiç balık görmezseniz, bunun hakkındaki
görüşünüz ne olurdu?
Sonucunuz okyanusta hiç balığın olmadığı mı olurdu?
Veya sonucunuz '' bu okyanus gerçekten çok büyük ve bu bardakla çok fazla örnek alamadım.'' mı olurdu?
Kozmik okyanusları 50 yıl araştırmak çok az bir süre.
Daha bakmadık. Bakmaya başladık.
Herhangi bir dünyadışı varlık ihtimalinin üzerini çizmeden önce, arama işini daha iyi yapmamız gerekiyor.
Hayatın yapı taşları evrenin tümüne yayılmış durumda.
Sayılamayacak kadar gezegenlerden birinde kök salmamış olmasını düşünmek zor.
Bu yaşamlardan biri düşündüğümüz zekalar mı?
Eğer uzaylı medeniyetleri varsa neden bu kadar sessizler?
Belki de sinyalleri hala yoldadır veya anlayamadığımız bir teknolojiyi kullanıyorlardır.
ya da...
hiç yoklardır.
Bilmiyoruz.
Lakin birşey kesin.
Eğer Dünya dışında bir yaşam bulursak, bu, hayata ve kendimize olan bakılımızı derinden etkileyecek.
Umutlarımız ve hayallerimiz var.
Ve kainatın sessizliği...